Sinema ve Toplum İlişkisi
‘’Film
yapmak uzaya astronot göndermek gibidir (Samuels, 1992: arka kapak)’’.
der Fellini. Bir sanat olan sinema, zor olan birçok şeyi başaran bir
yapıya da sahip olmuştur. Fellini yaptığı benzetme ile aslında bunu
yinelemiştir. Toplumsal koşulların değişmesi, bizzat sinemayı da
etkilemiştir. Griffith’in 1914 yılında yaptığı ‘Bir Ulus’un Doğuşu’
aslında sinemanın toplumu nasıl biçimlendirdiğini kanıtlayan ilk
örneklerdendir. Amerikalılara ulus olma bilincinin aşılanması amacıyla
çekilen bir filmdir. Yine aynı döneme paralel olarak açılan
‘Nickeledeonlar’ın açılması da bunu destekler niteliktedir. Geniş
yığınları ‘ulus’ olarak dizayn etme Holywood’un sürekli kullandığı bir
yöntemdir. Devletin var olan yapısına uygun olarak yapılan ve ‘öteki’yi
düşman olarak gösteren filmler ‘Bir Ulusun Doğuşu’ filminden beri devam
etmektedir. Öteki tanımı ya da daha doğrusu ‘düşman’ tanımı değişse bile
Hollywood sürekli bu argümanı kullanmaktadır. Filmlerde sürekli bir
düşman karşımıza çıkmaktadır. Westernlerdeki kızılderelilere yapılan
öteki bakışı daha sonra ise yer yer canavarlara, uzaylılara ya da bir
dönem yoğun olarak kullanıldığı gibi siyahilere yönelik olarak
yapılmaktadır.
Zararsız
görünen pek çok Hollywood ‘hikayesinde’ kılık değiştirmiş toplumsal
arzular, sıradanlıkları metaforik yüceltmeyle örtbas edilmiş korku ve
kaygılar boy gösteriyor. Muhafazakar Hollywood sinemasında bolca rağbet
edilen metaforik anlamlandırma biçimi, psikososyal gerilimleri
yatıştırmaya yönelik bir boşalım mekanizması oluşturuyor. Öyle olunca
örneğin Baba’nın erkeklerini bu kadar erkek yapanın ne olduğu,
Şeytan’daki masum kız çocuğunun neden şeytanlaştığı, Jaws’daki
köpekbalığının aslında kime ve neden dehşet saçtığı, Havaalanı ve Yangın
Kulesi gibi felaket filmlerindeki felaketle birlikte nelerin
savuşturulduğu, Kıyamet’te Vietnam’la nasıl hesaplaşıldığı, Rambo’nun
neden şiddete doyamadığı üzerinde yeniden düşünmek gerekiyor (Ryan ve
Kellner, 2010: arka kapak).
Hollywood
filmlerinde karşımıza çıkan ‘canavarlar’ aslında ötekinin bir
alegorisidir. Sinema ideoloji toplum ekseninde düşünecek olursak
Holywood’da bunun birçok örneğini görmek mümkün olacaktır.
Toplumun
yaşamının yansıtıldığı bir ayna görevi gören sinema, insanın kendini ve
dünyayı anlamlandırma çabasını, arasındaki ilişkileri, varolan ekonomik
ve sosyal düzeni resmetmektedir. Örneğin; 3. Dünya Sineması olarak
tanımlanan sinema, dünya üzerindeki yoksul halk kesimlerinin söz söyleme
alanı haline gelmiştir. Ülkemizde belgesel sinema alanında etkilerini
görebileceğimiz bu durum toplumsal ilişkilerin şekillenmesine de bir
katkıda bulunmaktadır. ‘Anadolu’nun Kayıp Şarkıları’ adlı belgeselde
bunu görmek mümkündür. Sinema halkların arasına koyulmaya çalışılan
çeperleri kaldırıp onları birbirine yakınlaştırmak görevi de
görmektedir. Bu anlamda önemli bir toplumsal işlevi yerine
getirmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder